Please use this identifier to cite or link to this item: http://hdl.handle.net/11547/8907
Title: THE THIRD SPACE, THE DESERT AND A NEW GENESIS: BODIES, HALLUCINATORY SPACES AND HUM/ANIMALS IN ANGELA CARTER’S AND EDWARD ABBEY’S FICTION
Authors: ÇALIŞKAN, Dilek
Keywords: Üçüncü Alan
Çöl
Beden
Ekosofi ve Eko-kişilik
Issue Date: 2017
Abstract: Angela Carter ve Edward Abbey eserlerinde acının merkezi haline gelmiş deliliğe neden olan bir küçük dünya olarak kapitalist ve globalist Amerika’yı mitoloji ve inançlar ile ilgili durum apokalips olarak sergiler. Kapitalizm ve küreselleşme Angela Carter, Edward Abbey, R.D. Laing, Foucault ve Deleuze & Guattari’ ye göre sizofrenikleşmiş ve büyük başarı ve ilerleme anlatıları ile üzerinde yaşadığımız tek gerçek varlık olan dünyayı ve üzerindeki yaşamı giderek yok etmektedir. Tarih içerisinde 17. yy. dan başlayarak delilik ile ilgili söylemler oluşturulmuş ve Foucault’un da belirttiği gibi delilik ve akıl arasında bir dil oluşturulamamış ve delilik tüm söylemlerin dışında bırakılmıştır. Hayvanlık ve suç söylemleri de bu delilik bağlamı içerisinde oluşturulmuş ve farklı kategoriler oluşturarak insanları ırk, din, dil, değerli, değersiz gibi ayrılmalarına ayrıca neden olmuştur. Bu ayrılıkta eksiklik üzerine temellendirilen Freud ve Lacan’ın görüşleride de etkin olmuştur. R. D. Laing, M. Foucault, G. Deleuze ve F. Guattari’ye göre psikoanaliz kurumları kapitalizm ve küreselleşmenin olumsuz etkilerine eşlik etmektedirler. R.D. Laing’e göre delilik bireye özgü olmaktan ziyade toplumsal bir sorundur ve bir tür kişiliği oluşturur. Bu yüzden delilik toplumsal olarak ele alınmalıdır. R.D. Laing bu görüşü ile deliliğe ses getirmiş ve bölünmüş kişiliğe yol vererek kişilik oluşumuna üçüncü bir alan açmıştır. Ancak Foucault’ a göre deliliğin ve kişiliğin oluşumunda beden önemlidir ve beden, bedeni gözetim altında tutan kişilik teknolojileri ile şekillendirildiğinden güç ilişkileri çerçevesinde kısıtlanmakta ve ruha hapsolmaktadır. Delilik belki katlanılması zor bir deli düzende yaşamak için bir kaçış ve varoluş biçimi olabilir ancak bu bakış açısı yine içinde yaşanılan sistemi bir tekrarlar sarmalından kurtaramaz. Öyleyse güç uygulamaları ve kişiliğin gelişmesini engelleyen unsurlardan arınmak nasıl olacaktır? Bu duruma çözüm olarak Foucault’nun yüzyılın Filozofu olarak adlandırdığı Deleuze felsefesinde göçebe düşünceye dayanan kaçış kavramı işe koşulmalıdır. Deleuze’ e göre göçebe düşünce uygulanmalı, kavramlar girilen düşünce süreci içerisinde birer birer ele alınarak yeniden tanımlanmalı ve yeni kavramlar oluşturulmalıdır. Eksiğe odaklanmak yerine boşluklar bulunarak bu alanlanlarda yeni oluşumlar yapılmalı, ancak burada dikkat edilmesi gereken konu Deleuz’un Nietzsche’den almış olduğu aktif ve reaktif kavramlarının önemidir. Aktif güçler söylemleri ile geniş kitleleri kontrol ederler, reaktif güçler ise buna sadece anlık tepki gösterirler ve aktif güçlerin söylemlerinin üzerine çıkacak, ötesine geçecek söylemler oluşturamadığından pasif kalmaya devam ederler. Bu yüzden söylemlerin değiştirilebilmesi için aktif düşünce sistemi içerisinde hareket edilmelidir. Felsefe ise filozfların tekelinden çıkartılarak herkesin yapabileceği bir şey olarak ele alınmalıdır. Bu tezin amacı Homi K. Bhabha’nın kavramı olan Üçüncü Alan kavramını psikoanalitik yaklaşımın söylemlerinden uzaklaştırarak Deleuz’ ün göçebe düşünce bağlamında farklı söylemler için kullanılabilecek olası üçüncü alan kavramlar oluşturmaktır. Homi K. Bhabha’ya göre kolonial güç ve kolonial nesneden oluşan iki dünya, iki kültür arasında güçlükle algılanabilen bir “Resmen ilan edilmiş Üçüncü bir Alan” xii bulunmaktadır. Bu Üçüncü Alana girmek sabit-olamayan bir kimliğin oluşabileceğini işaret eder, yeni bir benzer ama tam olarak aynı olmayan bir kimliği doğurabilir. Bu da delilik, din, bilim, cinsellik ile ilgili söylemlerin değişebileceğini gösterir. Bhabha bir Freud terimi olan evsiz (yersiz, yurtsuz) kavramının melez kimlik kavramının oluşumunda önemli olduğunu ifade eder. Bu melez olma durumu ise evin ve mekanın değişmesi ile dünyanın disorganize olmasını belirtiğinden, kültürel farklılık sonucunda oluşur ve melez olma durumu beraberinde farklı olanın yabancı bir bölgede göz hapsinde ve kontrol altında tutalması sonucunu doğurur. Bu bağlamda Angela Carter’ın ve Edward Abbey’nin eserlerindeki Homi Bhabha’nın üçüncü alan tanımına uygun hibrid, evsiz, yersiz yurtsuz karekterleri yine bu alana uygun Amerikan Çölü ve Rusya Çölü içerisinde ele alınarak, bu karekterlerin aktif hale getirildiği, pasifflikten çıkarılarak yeni oluşumlara yön verecek, dünyasal dönüşüme etki edecek aktif söylemler üreten yeni kavramlar olduğunu tartışmaktır. Bu karekterler Angela Carter ve Edward Abbey’nin ekosofisinde (ekofelsefesinde) yeni alegorik karekterlerdir. Bunun için Laing’ ci anti- psikyatrik ve Deleuze & Guattari’ ci anti-oedipal ve Edward Abbey’ ci çevreci okuma gereklidir. Burada uygulanan Laing’ ci okuma deliliğin suçun dinamikleri nasıl oluşturduğu, etkilediği üzerinedir ve temelini Amerikalı yazar ve aynı zamanda bir eleştirmen olan Joyce Carol Oates’in eserlerinde Delilikten Kaynaklanan Suç ve İntihar adlı MA tezimden almaktadır. Karekterlerini tüketimin aşırı pompalandığı ve sanal bir dünya üzerine kuran deli kapitalist bir dünyadan çöle çekerek eko felsefesi oluşturmak için bir üçüncü alan olarak çölü seçerler. Çöl tarih içerisinde medeniyet söylemlerinin dışında bırakılmış bir alandır ve bu yüzden hem gerçek anlamda hem de sanal anlamda bu literatürde yer almalıdır. Deleuze’ ün de dediği gibi her kavram gerçek anlamı ve sanal anlamı ve etrafında oluşmuş kocaman bir bulut ile ele alınmalıdır. Bu düşünce bulutundan yola çıkarak çöl için bir çok şey söylenebilir. Bu çölde teknolojik deneylerin yapılmasının yanında açık alanların kirletilmesi bu kirlilikten bu alanlarda yaşayan Amerikan yerlileri gibi başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere tüm canlı ve cansız varlıkların zarar görmesi söz konusudur. Ayrıca çöl açık sınırlı bir alandır ve açık sınırlı kişiliğin özünün oluşturulduğu bir yerdir. Buna da Meksika kökenli Amerikalılar ve Kızılderililer, Rusyadaki farklı yerli grupları en önemli örneklerdir. Yaşam biçimlerinin oluşmasında hilebaz ve şaman figürlerine dayalı hikayeler etkindir ve bunlar Batılı büyük aydınlanma, gelişme ve başarı öykülerine karşıt öykülerdir. Bu figürler Angela Carter’ın ve Edward Abbey’in eserlerinde karşımıza çıkarlar ve genel geçer batı öykülerine karşıt öyküler anlatırlar. Bu karşıt bakış açısından bakıldığında Edward Abbey ve Angela Carter’in eserleri Kafkavari Deleuze’ cü azınlık edebiyatı ve sanatına örnek oluştururlar. Bir çevreci yazar olan Edward Abbey bir çok diğer Amerikan yazar gibi eko kişiliğinin temelini çöldeki yaşantıları ile oluşturmuştur. Eko felsefesinde büyüme karşıtı söylemler oluşturmuş ve edebiyatta bir üçüncü alan açmıştır. Diğer Amerikalı yazarlardan farklı olarak Edward Abbey çölün ehlileştirmek yerine açık ve vahşi bir alan olarak bırakılmasından yanadır. Çünkü özgürlüğü sağlayan geniş alanlar artık giderek azalmakta ve başarı ve gelişim büyük anlatıları buna sebep olmaktadır. Abbey, yalnızca gelişme adına gelişme ve yol yapma inancını reddeder. Bu okumadan yola çıkarak Angela Carter’ın Amerlka da yaşayıp yazdığı dönemlerde de Amerika’ nın açık alanlarına duyduğu hayranlık mekan olarak kaçış için çölü kullanması ve karekterlerini çölde yeniden şekillendirmesi Edward Abbey’nin otobiyografik eseri Desert Solitaire’ inde olduğu gibi çölde kişilik oluşturulmasında aynı etkiye doğurmaktadır. Yeni bir kişiliğin oluşturulması gereği düşüncesini ortaya koymaktadır. Angela Carter’ın eko felsefesini göstermek, eserlerini bu okuma ile ele almak mümkündür. Yani R. D. Laing, M. Foucault ve G. Deleuze & F. Guattari’nin yanında Edward Abbey felsefesini de ele alarak The Passion of New Eve, Nights at the Circus ve The Monkey Wrench Gang romanlarını okumak mümkündür. Çünkü her biri deli, hibrid, çok sesli ve ordan burdan bir araya getirilerek toplanmış salt kişi xiii ve öteki olarak bakılamayacak ve ele alınamayacak karekterlerdir. Bu karakterler az buçuk Kızılderili, az buçuk hayvan, az buçuk kadın, erkek sınırları ve kategorileri belli olmayan kılık ve kimlik değiştirerek karşımıza çıkan çok çeşitli, çok yönlü, çok kişilikli karekterlerdir. Zıt ayrımlara dayanan batılı düşünceye uymamaktadırlar. Çölde bir dizi deneyime ve acıya maruz bırakılarak özlerindeki gücü ve kendi arzularını farketmek üzere bir çok şiddet biçimleriyle karşı karşıya bırakılırlar. Bu şiddet biçimleri toplumda görünmeyen suçların işlenme biçimlerine işaret ederler ve görünen suçlara ek olarak görünmeyen suçların da görünür kılınmasını hedeflerler. Ancak böylelikle tarih boyunca haps olunmuş kişiliği kıstlayıcı söylemlerden kurtulmak mümkün olabilir. Bunun için ise çözüm hapsedici ideolojiler değil, bunu kendi kabiliyetlerin farkında ve değişim arzusunda olan istekli bireylerle yapmak mümkündür. Batı doğu söylemleri oluşturulmuş, kapitalist sistem ve onun tamamlayıcısı komünist söylemler oluşturulmuş, üçüncü bir alan olarak Amerikalı Yeni Küçük Adam kavramı oluşturulmuş ve bu dünyaya, medya ve Holywood sineması içinde sunulmuştur. Stereotiplerin de üretilmesi ile de kapitalist düşünce yaygınlastırılmış ve itaat eden kitleler oluşturulmuş ve yeni formu olan küreselleşme ile de sürekliliği sağlanmaya çalışılmıştır. Bu yüzden Angela Carter ve Edward Abbey insanın, hayvanın, kadının, erkeğin, canlı ve cansız varlıkların alt kategorileri ile birlikte yerini ve kategorilerini sabitleyen bilimsel, felsefik ve dini söylemler zaman içerisinde oluşturulmuş, farklılıklara ve çeşitliliğe saygılı yeni bir dünyanın inşası için yeni bir yaratılış hikayesi oluşturma zorunluluğu dile getirilmektedir. Carter ve Abbey’nin bu konuyu nasıl ele aldıkları hangi kavramların eserlerinde karşımıza çıktığını ve bu kavramların batı ve doğu düşüncesine ek olarak üçüncü bir alan olan Amerika da oluşan entellektuel düşünceyi nasıl etkilediği ve bu doğrultuda bedenin, coğrafyanın nasıl şekillendirildiği ve yeniden haritalandırılması gerektiği ilk bölüm olan giriş bölümünde tartışılmıştır. İkinci bölümde ise karekterlerin kişiliğini oluşturan bu soyut kavramlar bir Deleuze vari “takım sandığı” oluşturularak tek tek ele alınmış ve Carter ve Abbey tarafından oluşturulmuş alegorik melez, çok sesli karekterler, anti psikiyatrist, anti oedipal ve çevreci bir okuma üzerinden gösterilmeye çalışılmıştır. Üçüncü bölümde beden mekan ilişkisi çeşitli açılardan tartışılmış beden ve mekan ile ilgili söylemler doğrultusunda nasıl şekillendirildiği ve haritalandırıldığı, objeleştirmenin dinamiği ve ben ve ötekinin, aslında ben ve ötekiler, biz ve onla şeklinde işlendiğini tartışmaktadır. Çöl bir coğrafi alan olarak medeniyet söyleminden ayrıştırılmıştır. Önce insan kendi bedenine haps edilmiş, kadın ve erkek olarak cinsellik kategorilerinden oluşan katı sınırlarla ayrılmış, sonra hayvan bedeninden de ayrılmış ve son olarak da bağlı olması gereken dünyanın bedeninden ayrılmıştır. Yani mekan ve zamanın da ayrılması ile insan boşlukta sallanmaya mahkum edilmiştir. Bu yüzden başka bedenlere ve dünyanın bedenine yeniden bağlanmanın yollarını aramalıdır. Tezin dördüncü bölümü ise Angela Carter ve Edward Abbey’nin The Passion of New Eve, Nights at the Circus ve The Monkey Wrench Gang romanlarının aktif bir etki alanı olarak üçüncü bir alanın kişilik oluşumu için açılma zorunluluğunu ve bunun nasıl olabileceğini tartışmayı amaçlamaktadır. Yeni söylemler oluşturmak için ise Freud’un etkin olan hayvansallık söylemine karşıt olarak kabile anlatıcılarının hayvan sembolizminden oluşan bilimsel hikayelerin dışında yer alan karşıt hikayelere de bakılması gereğini tartışmaktadır. Bu doğrultuda batılı hayvan sembolizminin dışında yerli ve şamanist kültürlere de bakılmıştır. Delilik burada da önemlidir, çünkü şamanın bir diğer özelliği de deliliktir. Ancak burada şamanı yine şamanizm kategorisine sokmamak gerekir. Bu noktada önemli olan şaman gibi farklılıklara, çeşitliliğe saygılı ve biçim değiştirmeye açık olarak şaman vari bir yol izlemektir. Burada kastedilen şamanın kutsal güçlerle bağlanmak için içine girdiği uğraştır. Çünkü amaç kutsal ile bağ kurmaktır. Yani bir nevi arayış ve hac tır, bu da dinden dine göre değişiklik gösterir ama asıl olan bu dünyanın ve içerisindeki yaşamın kutsallığını ne olursa olsun her türlü farklılıklara rağmen korunma zorunluluğunun bilincidir. Angela Carter ve Edward Abbey’nin xiv karakterleri birer şaman, tarihi, politik, dini, feminist ve aktivist liderlerdir. Kılıktan kılığa bürünerek, sürekli biçim değiştirerek, alegorik figürler olarak diğer karekterlerin karşısına çıkmaktadır. Sınırların belli olmadığı açık kişilikleri ile dönüşüme etki etmektedirler, kullandıkları şiddet kendilerine uygulanan şiddetin bir yansımasıdır ve asıl amaçları da bu değildir. Deli karekterlerin bu davranışları, gerçek akıllılık ve deliliğin sınırlarının belli olmadığı, gerçek güç sahiplerinin, sahte güç sahiplerinden ayrıştırılamadığı bir sistem içerisinde reaktif olarak gösterilmiş davranışlar olarak kabul edilebilir. Bu değişim düşünce boyutunda aklı üçüncü alan olan hayal gücüne açmakla mümkündür. Altıncı bölümde ise bu romanlarda hibrid üçüncü alan karakterleri olarak bu karekterlerin olası kavramları dile getirdikleri düşünülebilir. Bu da gerçek kaçışı mümkün kılmak için ilk basamaktır. Sonuç olarak yeni kavramlar yıkıcı olmayan yapıcı yeni oluşumlara yön verebilir. Çünkü bir üçüncü alan karekteri olan şamanın farklı yüzleri ve farklı görevleri vardır. Şaman ise, farklı yüzler ve farklı görevleri oluşturmak için yol gösterebilir. Ancak dünya dinleri bu Angela Carter ve Edward Abbey’in yeniden inşa etmek üzere yıkmak istediği söylemleri oluşturan kavramları Carter ve Abbey vari üçüncü bir alan açarak tartışmalıdır, dünyanın ve üzerindeki yaşamın geleceği buna bağlıdır. Aktif olmak, düşünce sürecinde yer almak, sorgulayarak kabul etmek, klişelerle hareket etmemek, gerçek yeteneklerinin ve isteklerinin farkında olmak, dünya ve üzerindeki yaşama saygılı ve bağlı olmak, bedenini dünyanın bedeninden soyutlamamak, din ayrımı yapmadan kendi dininin veya inancının söylemlerinin içerisine eko söylemleri yerleştirmek, kaynakların bilinçli, kullanılması için gayret içerisinde olmak, yani egodan arınmış yeni eko kişilik temeline dayanan bireyin yeni bir eko-demokrasi anlayışı ile mümkündür. Feminizm, ekofeninizm, environmentalizm, kabile feminizmi gibi bir sürü aktif söylemler oluşturulabilir ve etkili de olabilir. Bunlar aktif söylemlerdir değişime de yol açarlar, ancak bu söylemlerin arasına sıkışmak ve olduğu gibi kabul etmek reaktif dir. Bu yüzden –izm’ lerin tarih içerisinde bir biri üzerine ya da birbirine karşıt olarak oluşturdukları söylemleri kullanırken dikkatli olunmalıdır, yıkıcı söylemlerin yerini yapıcı söylemler almalıdır. Bu izm-lerin ortaya çıkışları düşünüldüğünde ve birbirlerini geliştirdikleri düşünüldüğünde her türlü söylemleri aşan söylemler gereklidir. Buda elimizde bulunan tek ulaşılabilir ve gerçek bir yaşam alanı olan dünya ile mümkündür. Uzayda yaşam gibi bilimde üçüncü alan arayışları ile ilgili söylemlerin yanında yaşam sonrası (cennetcehennem) söylemlerin hakim olduğu din söylemlerinde de dünyayı korumak için yeni üçüncü alanlar açılmalıdır. Angela Carter ve Edward Abbey’in eserlerinde karakterler, gözün batı hegemon beyaz yüzden kurtarılarak dünyada serbestçe dolanmasını sağlamayı amaçlamaktadırlar. Bu da üçüncü bir göz, yani yeni bir bakış açısı oluşturularak oluşabilir, bu da yeni kavramların yani bakış açıları oluşturmasıyla mümkündür. Insan gözünden uzaklaşılarak farklı varlıkların da gözleri ile bakılabileceğinin farkında olunması gerekir ve bu da yüksek bir empati yeteneği ile oluşturulmuş bir bakış açısı ile mümkündür. Angela Carter ve Edward Abbey, aktif bir yaratı alanı olan üçüncü alan felsefik yazıları, ekofelsefe ve her türlü sanatın dallarının önemini vurgulayan eserleri ile toplumdaki kötülükleri şeytan çıkarırcasına ortaya koyarlar.
URI: http://hdl.handle.net/11547/8907
Appears in Collections:Tezler -- Thesis

Files in This Item:
File Description SizeFormat 
10135928.pdf1.83 MBAdobe PDFThumbnail
View/Open


Items in DSpace are protected by copyright, with all rights reserved, unless otherwise indicated.